İki değerli kayıp

Geçtiğimiz hafta Türk medyası ve aydınları iki değerli mensubunu kaybetti. Önce Mehmet Ali Birand’ın ölüm haberiyle sarsılan medya camiası, Cumartesi günüde akademisyen – gazeteci Toktamış Ateş’in ölüm haberiyle güne uyandı.

Bazı radikal uçların haricinde Mehmet Ali Birand’ın kaybına hemen hemen her kesimden insan üzüldü. Cenaze töreni de M. Ali Birand’ın ne kadar sevildiğinin bir göstergesi gibiydi. Toplum, bir kez daha, kendisi gibi düşünmeyenlere hakaret etmeyen, bazı grupları hedef göstermeyen, bu toprağın insanlarına saygı duyanlara sahip çıktı ve bundan sonrada çıkacağını göstermiş oldu. Kendi açımdan baktığımda, M. Ali Birand “resmi ideoloji” nin ve “derin devlet” in girilemez dediği konulara objektif bir açıdan yaklaşan, bu nedenle zaman zaman TSK ile zaman zaman farklı güç odaklarıyla sorunlar yaşamış ancak çizgisinden taviz vermemiş bir gazeteciydi. Özellikle Kürt meselesinde yapmış olduğu bazı çıkışlar tepki alsa da yıllardır süregelen bu sorunun çözümünü görmeyi hak eden gazetecilerin başında geliyordu ancak ömrü yetmedi.
Aramızdan ayrılan Toktamış Ateş ise gazeteci kimliğinden ziyade aslında bir öğretim görevlisi olarak binlerce gencin hocalığını yapmış bir akademisyendi. İstanbul Üniversitesi’nde eğitim gören birçok arkadaşımın sevilen bir hocasıydı. Toplum ise onu 2000 li yıllarda toplumun dinci-laik diye ikiye bölünmeye çalışıldığı zor zamanlarda tanıdı. Atatürkçü düşünceye sahip, Cumhuriyet gazetesi yazarı Prof. Toktamış Ateş ile “Şeriat iyidir” diyen Vakit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak tartışma programlarında ekrana çıkmaya başlamıştı. Bazı kesimler bu ikiliden çatışmayı körüklemelerini beklerken beklenen olmamış, aksine bu iki farklı düşünceye sahip iki gazeteci birbirlerini incitici tek bir kelime söylemeden, seslerini yükseltmeden kendi fikirlerini savunmuştu. O kritik zamanlarda toplumu yatıştıran iki figür olmuşlardı adeta. İşte bu yüzden Toktamış Ateş’te toplumun her kesimi tarafından sevilen ve sayılan bir gazetecisi olmuştu. İki gazeteciye de Allah’tan rahmet dilerim.
***
Gelişen bazı olayları gördükçe, macera filmlerinin senaryolarının birçoğunun gerçek hayattan alındığına daha çok inanmaya başlıyorum. Kürt meselesinin çözülmesi konusunda somut adımların atıldığı bu dönemde Paris’te 3 PKK lı kadının suikasta kurban gitmesi kimseyi şaşırtmamıştı. Hemen hemen herkes bu süreç esnasında süreci baltalamak isteyen bazı güçlerin bu tür eylemler yapabileceğini bekliyordu.
Paris’te işlenen suikastlardan birkaç gün sonra haber ajanslarına yeni bir suikast haberi düştü.
Kürt asıllı Rus mafya babası Ded Hasan lakaplı Aslan Usoyan Moskova’da keskin nişancı tarafından infaz edildi. İlk başlarda bunun basit bir mafya hesaplaşması olduğu sanılırken öldürülen Ded Hasan’ın PKK’ya silah temin eden büyük bir silah kaçakçısı olduğu ortaya çıktı.
Ded Hasan’ın PKK’ya kaçak Rus silahı sağladığı daha 2010 yılında WikiLeaks belgelerinde de yer almıştı. ABD’nin İspanya’daki ABD Büyükelçiliği’nden Washington’a yollanan kriptoda; Ded Hasan’ın sağ kolu Zahariy Kalaşov adındaki “Genç Şakro” lakaplı yardımcısının silah trafiğini yönettiği söyleniyordu. PKK ihtiyaç duyduğu silahları Ded Hasan’a iletiyordu. O da bunları nakit para ya da uyuşturucu karşılığında temin ediyordu. Sakine Cansız ise, PKK’nın kasası idi. Kürt işadamlarının derneklere yaptığı bağışlar, uyuşturucu ticareti ve haraçlar, Paris’te toplanıp örgüte dağıtılıyordu. Cansız, operasyonlarla aksayan para trafiğini yönetmek için görevlendirilmişti. Dolayısıyla Ded Hasan’ın sattığı silahın parası Cansız’ın elinden geçiyordu.
Olayın bu ayrıntıları düşünüldüğünde Rusya’daki bu suikastin Paris’te işlenen suikastlerle bir bağlantısı olabilir diye tahmin ediliyor. Ancak benim ikinci bir komplo teorim daha var. Bu suikast barış sürecini baltalamak isteyenler tarafından değil de bilakis PKK’nın silah bırakmasını isteyen bazı güçler tarafından da yapılmış olabilir. PKK kendisine silah temin eden en büyük işbirlikçisini kaybettiğinden silah temininde sorun yaşayabilir. İlerleyen günlerde PKK’ya silah temin eden bazı isimler de suikast ya trafik kazalarında hayatlarını kaybederse bu teorinin doğrulu sağlanmış olur.
***
Pelin Batu bu hafta Hrant Dink’i anma toplantıları nedeniyle İstanbul’a gelen dünyaca ünlü muhalif aydın Prof. Noam Chomsky ile Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleşen bir konuşmada görüşmüş.
Chomsky konuşmasının bir bölümünde Ekvador ve Avustralya örneklerini vererek yerel halkların mücadelelerinden bahsetmiş. Chomsky, “İnsanların ne yaptığı tamamen doğalarından geliyor. İnsanlar vahşi, insancıl, sempatizan, acımasız. Öteki yaratırlar, kendilerini ayırt etmek için. Diğerlerini arkadaşça davranıp yanlarına çekerler, bunların hepsini yaparlar.” diyor. Aborjinleri örnek veren profesör “ Aborjinlerin hayata bakışını benimsersek dünya kurtulabilir” diyor. Avustralya ise bu hafta ilk İngiliz kafilesinin Avustralya’ya ayak basışını “Australia Day” olarak kutlarken Aborjinler ise bu güne ‘İnvasion Day’ yani işgal günü diyor. Bir gün, iki farklı bakış açısı… Hepinizin Australia Day’i kutlu olsun…

#Australia Day#Mehmet Ali Birand#Toktamış Ateş

Bir cevap yazın

Your email address will not be published / Required fields are marked *