Darısı bizimkilerin başına

Bu hafta sonu Queensland Eyaleti’nde seçimler yapıldı ve 14 yıldır iktidarda olan İşçi Partisi büyük bir hezimetle seçimi kaybetti. Liberalleri zafere götüren aday ise ilk defa parlamentoya girecek olan yeni bir yüz. Avustralya’nın basit bir eyaletinde olan Eyalet Başbakanlık seçimi Türk siyasetini sizce ne derece yakından ilgilendirir?

Bu seçim, sonuçları itibariyle Türk siyasetini ve siyasetçisini yakından ilgilendirmese bile, politikacıların nasıl davranması gerektiğini göstermesi açısından gerçekten ilgi çekici. Seçimden hemen bir gün sonra seçimi kaybeden başbakan bir basın toplantısı yapıyor…
Seçim hezimetinin sorumluluğunu üzerine alıyor…
Parti içinde köklü değişikliklerin olması gerektiğini, yeni yüzlere ihtiyaç olduğunu belirtiyor ve istifa ediyor…
Öte yandan ezici bir üstünlükle seçimi kazanan politikacı, kaybeden politikacının liderlik vasıflarını övüyor, Yasi Kasırgası gibi bir felakette eski başbakanın elinden geleni yaptığını söylüyor ve hizmetlerinin daima hatırlanacağını belirtiyor…
İki tarafta son derece olgun ve medeni davranıyor.
Bu manzaradan sonra Türk siyasetindeki aktörleri düşündüm. İktidara geldikten sonra “enkaz devraldık” açıklamaları yapanları mı isterseniz, yoksa “yenilen pehlivan güreşe doymazmış” atasözümüzü yalancı çıkarmamak için defalarca seçim yenilgisi almasına rağmen koltuğunu bırak-a-mayan liderler mi istersiniz ? Umarım yeni nesil politikacılarımız eski duayenlerinin yapmış olduğu bu hatalara düşmezler ve en azından Queensland Eyaleti’ndeki politikacıların olgunluğuna erişirler.
***
Birçok analistin ortak kanısı önümüzdeki yüz yıl içinde su kaynaklarının stratejik bir öneme sahip olacağı yönünde. Bazı uzmanlar ise bu ön görüyü daha da ileri götürerek “su” yüzünden ülkelerin bir birleriyle savaşa gireceğini tahmin ediyorlar. Geçtiğimiz hafta tatlı su kaynağı sıkıntısı çeken KKTC ve Türkiye arasında su taşıma imzası atıldı. Bu imzaya göre Türkiye çok büyük bir yatırım yaparak borularla yılda 75 milyon metreküp suyu KKTC’ne taşıyacak. 4 yılda tamamlanması planlanan projenin maliyeti ise 450 milyon dolar. Türkiye bu dev proje ile “su” kartını uluslararası alanda oynamaya kararlı olduğunu bir kez daha göstermiş oluyor.
İşte bu imzanın atıldığı gecen hafta uluslararası haber ajanslarına bir haber daha düştü. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın isteği üzerine federal istihbarat kurumlarınca kaleme alınan ortak bir değerlendirme raporunda, kuraklık nedeniyle suyun 2022’den itibaren savaş silahı veya terör aracı haline geleceği uyarısında bulunuldu.Raporda çatışma çıkması muhtemel stratejik önemdeki ülkeler arasında Türkiye de yer alıyor. Dicle ve Fırat havzası risk bölgesi olarak nitelendiriliyor; Türkiye, Irak ve Suriye’nin çatışabileceği belirtiliyor. Türkiye’nin böylesi büyük bir projeye imza attığı hafta böyle bir haberin servis edilmesi çok büyük tesadüf olsa gerek… Tabii canım, başka ne olabilir ki ? Yoksa siz tesadüf olmadığını mı düşünüyorsunuz ?
***
Bu hafta Türk medyası ve internet sitelerinde bir reklam filmi hakkında bir tartışmadır aldı başını gidiyor. Bir saç şampuan markası, Adolf Hitler’i konu alan bir reklam kampanyasına başlamış. Reklam filminde Adolf Hitlerin görüntüsü üzerine seslendirme yapılmış. Birçok köşe yazarı da dahil olmak üzere “aman efendim nasıl olurda faşist bir diktatör, milyonlarca kişiyi katleden biri böyle bir reklamda karakter olarak kullanılır ?” Tartışılan konu bu…
PR uzmanları ya da reklamcılık sektörü bu reklam kampanyasının stratejisinin ne kadar doğru olduğunu tartışabilir ancak birçok farklı gazete, internet sitesi ve medya mensubunun Hitler konusunda bu derece duyarlı olması çok dikkatimi çekti. Meğer yahudi soykırımının baş aktörü konusunda ne kadarda hasas bir medyamız varmış. Acaba reklam filminde oynayan diktatör Musolini ya da Stalin olsaydı bu kadar tepki verirler miydi, çok merak ediyorum.

#İşçi Partisi

Bir cevap yazın

Your email address will not be published / Required fields are marked *